! Gümrük

BURHAN ÖRALAY Gümrük Komisyoncusu TRANSTEKNO Nakliyat Ticaret ve Sanayi A.Ş. Yönetim Kurulu Üyesi

Sayın Okuyucularım,

Dergimizin Sorumlu Yazı İşleri Müdürü Sayın Nur Nalıncı TRANSTEKNO Magazin'in ilk sayısı için gümrük hakkında birşeyler yazmamı istediğinde, bunu yapamayacağımı belirterek kendisinden af dilemiştim, çünkü konu iki üç cümle ile geçiştirilebilecek denli basite indirgenebileceği gibi öylesine de özellikli idi ki, değil bir sayıya iki satır yazmak, üzerine kitaplar doldurulsa yine de eksik kalacak noktaları olabilecek genişlikte kapsamlı idi. Dergimizin Mart '92 sayısının basımından bir iki gün önce Nur Nalıncı istemini yinelediğinde "olur” demek zorunluluğunu hissettim. Ancak bu iş güçtü. Nereden nasıl başlayacağımın, geliştirip sonuçlandıracağımın tasarımı çok uzun zaman aldı ve dergimizin bu sayısında yazı dizime başlayabildim.

Gümrük Hukuku, Kamu Hukukunun özel bir dalı olup, sınırlayıcı, koruyucu, cezai, özel işlere ilişkin işlevi olan, ülkelerin kendi ekonomik çıkarlarının, başka ülkeler çıkarları ile ithal, ihraç, transit malları aracılığıyla, zaman zaman değişken hükümlere göre dengelendiği uygulama alanıdır.

Gümrük kapıları, devletlerin kendi ekonomilerini dışa Karşı dengelemelerinde çok önemli bir araçtır.

Gümrük, devletlerin ekonomik sınırıdır. Bu sınırın önemi de siyasal sınırlardan daha az değildir. Geçmişte Roma’nın ikiye bölünüp önce batı sonra da doğusunun yok oluşu gibi, günümüzde de ülkeler ekonomik çöküş yaşamakta, kanlı savaşlara yer kalmadan siyasal sınırları, daha da önemlisi yaşam düzeyleri değişmektedir.

Gümrükler yoluyla ülkelerin ürünleri, teknolojileri zaman zaman işbirliği ve işbölümü, zaman zaman da önlemler şeklinde rekabet dengeleri sağlanarak dışa karşı korunur. Bu amaçla, yerine göre haşin ama ciddi kararlar doğrultusunda yollar izlenir. Günümüzün, Amerika ve İngiltere gibi, en liberal devletlerinin gümrüklerinde dahi Türk tekstil sanayisine karşı konulan kotalar benzeri birçok önlem alınır. Her ülkenin gümrükleri sınırlayıcıdır.

Gümrüğe ilişkin olumlu olanaklar, uluslararası ticareti arttırır. Gümrüğe ilişkin politikalar, serbest piyasa ekonomisi gereklerine göre seyir izlemeli, ulusal ekonomik politikalara ters düşmemelidir.

Her ülkenin kendisine özgü bir Gümrük Hukuku ve işleyişine yönelik rejimleri vardır. Genelde gümrük rejimleri, diğerlerine göre takdir yetkisine azami izin veren hukuksal ve ekonomik rejimlerdir ancak, kamu görevlilerinin takdir hakkı boyutlarının azaldığı oranda hukuk nosyonu yükselir, nesnel (objektif) ölçüler, hukuka uygunluk artar, ülkenin Hukuk Devleti olma sıfatı yükselir. Bu nedenle, Gümrük Rejimlerinde Nesnellik Ölçütleri Artırılmalıdır.

Tarihler boyunca gümrükler gerek ülkeler arasında, gerek bireyler arasında, gerekse bireylerle devletler arasında daima karşılıklı çıkarların çatıştığı noktalar olmuştur. Karşılıklı çıkarların çatıştığı uygulamalara olumlu eleştiriler getirmek güçtür, getirilecek olumsuz eleştiriler ise birçok güçlü şimşeği eleştirmen üzerine çekecektir. Sanıyorum bu nedenle olsa gerek, gümrük konusunda Resmi Gazete yayınları ve uygulamaya yönelik Bakanlık Yönetmelik ve Genelgelerinin dışında kaynak, hele hele yorum bulmak çok güç.

Böylesine güçlüğün içerisinde olmama karşın, mesleğime olan saygım beni yazmaya ve yazarken de, yirmi yedi senelik meslek yaşantımda gördüklerim, çektiğim sıkıntılar, yaşadıklarım, algıladıklarım ve tecrübelerim doğrultusunda eleştiriler getirmeye yöneltti. Bunda, mesleğe çocukluğumda girmiş olmamın ve baba mesleğini yürütüyor olmamın da rolü çoktur sanıyorum.

Yazılarımda, ilgililere, yetkililere, meslektaşlarıma ve dış ticaretle uğraşanlara kayda değer katkılarda bulunacağımı umuyorum. Gümrük kavramını Milattan Öncesinden alıp, günümüzde yurdumuzdaki uygulamalara getirip, Gümrük Kanunu metninde değişiklikler önermekten, işleyişine ve uygulanışına ilişkin eleştirilerde bulunmaktan, uygulayıcılara, dış ticaretle uğraşanlara bilgiler vermeye, yol göstermeye değin çok geniş bir yelpaze içinde irdeleyeceğim.

Ancak gümrük gibi, neredeyse insanlık tarihinde erişilebilen en eski zamanlardan bu yana toplumlar arası ticaretin odak noktası olan bir konunun geçmişi serilmeden, doğrudan irdelenmesine girilmesini biraz desteksiz, dayanaksız olacak, havada kalacak gibi hissettim ve bu nedenle öncelikle gümrük tarihini ele almak istedim. Bu konuda kaynak bulmak nerede ise imkânsız olduğundan özel araştırmalar yapamadım, ama özel araştırmaları, Türk Tarih Kurumu kütüphanesinde yaptığı incelemeleri ve Türk Tarih Kurumu Başkanı Sayın Prof. Dr. Yaşar Yücel'in kaynak katkıları ile "Türk Gümrük Tarihi” adlı eserinin I. cildini yayımlayan ve halen "Maliye ve Gümrük Bakanlığı Teftiş Kurulu Başkanlığında Müşavir Gümrük Müfettişi” görevini sürdüren Sayın Dr. Turhan Atan'ın yüksek izinlerini alarak, hem bu eserinden hem de "Maliye Dergisi” 70. sayısında yayımlanan yazısından, geçmiş ve gelecek yazılarımla da bütünlük sağlayacak bölümlerinden alıntılar sergileyeceğim. Kendilerine bu izinlerinden ötürü sonsuz teşekkürlerimi saygılarımla sunarım.

Sayın Dr. Turhan Atan’ın Maliye Dergisi 70. sayısında yayımlanan ve gümrüğün önemini vurgulayan yazısından alıntılar yapmak istiyorum:
"Gümrükler, ekonomi ile ticaretle, uluslararası ekonomi ve uluslararası ticaretle doğrudan ilgilidir. Gelir açısından maliye ile bir çok hallerde dış politika ile ayrıca turizmle ve kaçakçılık açısından hukuk ve ceza ile ilgilidir.

Gümrük konuları aynı zamanda güç ve uzun yıllar aynı işte çalışmayı gerektiren uzmanlık konularıdır. Gümrük tarifeleri, eşyanın gümrük vergisine esas teşkil edecek kıymetlerinin nasıl tespit edileceğine dair uluslararası gümrük sözleşmeleri, gümrük rejimleri ve gümrük kaçakçılığı birbirinden farklı ve ayrı uzmanlık konularıdır. Bu durumu tespit eden ve Türkiye’nin ilk maliye yazarı sayılan Süleyman Sudi 1307’de (1891) yayımlanan eserinde gümrük kanunlarının mali konular içinde en güç ve en dağınık kanunlar olduğunu belirtmektedir.

Yazımıza Gümrük İşbirliği Konseyinin resmi yayınlarında yer alan şu cümle ile son veriyoruz: Gümrükler, bir ülkenin ekonomik yapısının temel taşlarını teşkil ederler. Bir ülke gümrüklerine sahip değilse, ya da gümrüklerine sahip olmak için yeterli uzman elemanları yoksa o ülkenin ekonomisinin sağlıklı olması beklenmemelidir."

Konunun geçmişinin serilmesine yönelik, yine Sayın Dr. Turan Atan’ın "Türk Gümrük Tarihi” adlı eserinin I. cildinden alıntılarla devam etmek istiyorum:
"İlk çağlardan günümüze gelinceye kadar hemen her dönemde, gümrüklerin, uluslararası ticari ve ekonomik ilişkilerde, buna bağlı olarak devlet politikasında önemli bir yer işgal ettiği bilinmektedir."

"Vergi ve timar sistemi ile mali usullerin ve birçok memuriyetlerin Osmanlılar’a, kendilerinden önce gelen Türk - İslam devletlerinden intikal ettiği bilinmektedir. Osmanlılar, Anadolu Selçuklu devletinin idari geleneklerini devam ettirmişler ve kısmen de İlhanlılarla Memlüklerin etkisi altında kalmışlardır. Osmanlı hükümdarları, Selçukluların kurumlarını hemen aynen muhafaza etmişlerdir. Şüphesiz bu kurumlar arasında gümrük kurumlan da vardır. Toplumların zaman içinde birbirlerinden karşılıklı olarak iktibaslar yapması ve bazı örnekler alması ise ayrı bir konudur ve normal karşılanmalıdır."

"Seçuklular’ın gümrükleri hakkındaki bilgilerin pek sınırlı olması dolayısıyla, Selçuklularla Osmanlılar’ın gümrüklerini mukayese etmekte de güçlük çekilmektedir."

Buna karşı, Fatih Sultan Mehmet tarafından düzenlettirilen Kanunnamenin başlangıcındaki Hatt-ı Hümayunda, "Bu Kanunname atam ve dedem kanunudur, benim dahi kanunumdur, evlad-i kiramım neslen ba’de neslin bu kanunla amil olalar denilmek suretiyle, Kanunnamede yer alan kuralların ilk kez yürürlüğe konulan kurallar olmayıp, ötedenberi uygulanmakta olan kurallar olduğu açıkça belirtilmiş bulunmaktadır."

"Fatih Sultan Mehmed, İstanbul’un fethinden ve imparatorluğun kesin olarak kurulmasından sonra, ilk kez yürürlüğe koyduğu kanunlardan başka, ötedenberi uygulanmakta olan kuralları da bir araya getirtmiş, tasnif ettirtmiş ve bunları iki Kanunname halinde düzenlettirmiştir. Kanunnamelerden biri, devletin teşkilatına ve devlet ileri gelenlerinin görevleri ile birbirleri arasındaki teşrifat ve merasime ait bulunmaktadır. İkinci kanunname ise diğer konuları, özellikle idari, mali ve cezai konuları kapsamaktadır. Gümrüklerle ilgili kurallar ve gümrük tarifesi de bu ikinci Kanunnamede yer almaktadır. Kanunname metninin incelenmesinde, bazı gümrük kurallarında İstanbul’un yabancı bir ülke olarak belirtildiği görülmekte ve bu kuralların İstanbul’un fethinden önceki döneme ait olduğu anlaşılmaktadır.”

"Esasen Türkler, Anadolu’nun fethinden İstanbul’un fethine kadar süren yüzyıllar boyu Anadolu’da Rumlar’la birlikte yaşamışlar ve Bizans’la devamlı olarak karşılıklı ilişkilerde bulunmuşlardır. Aynı dönemde Türkler, Venedik, Geneviz gibi batılı tüccar ülkelerle, ayrıca güneyde Kıbrıs, kuzeyde Kırım’la ticari ilişkiler içinde idiler ve gümrük uygulanıyordu.”

"Gümrüklerimizle ilgili olarak İstanbul’un fethinden sonra yapılan düzenleme, fatih Kanunnamesinin başlangıcındaki Hatt-ı Hümayun’da da belirtildiği gibi, ötedenberi yazılı ya da gelenek şeklinde uygulanmakta olan diğer kurallarla birlikte gümrük kurallarının da bir araya getirilmesi, bir sıra halinde tasnif edilmesi ve derlenmesidir.

Bazı yabancı tarihçiler dahi, Türklerin ilk dönemlerde göçebe halinde yaşamış olmalarına rağmen, tarihlerinin ta başlangıcından itibaren teşkilatlı bir vergi sistemlerinin mevcut olduğunu belirtmektedirler. Şüphesiz bu teşkilatlı vergi sistemi içinde gümrük vergileri de vardır."

Türkler'in sadece İstanbul'un fethinden önce değil, Osmanlılar’dan önce ve İslamiyet ten önce de diğer ülkelerle ticari ilişkiler içinde olduklarına ve bu ilişkiler sonucu gümrük uygulamalarının ve gümrük kurumlarının mevcut bulunduğuna dair, sınırlıda olsa, bazı bilgiler vardır. Türkler’in İslamiyeti kabul etmelerinden sonra devletin idari, hukuki ve mali kurumlarında görülen İslam etkileri gümrüklerde de görülmüştür.”

"İslamiyet’ten sonra Selçuklular’da ve daha sonra Anadolu beylikleri ve İlhanlılar döneminde gümrüklerde, İslam gümrük kurallarından çok örf kurallarının ve özellikle diğer ülkelerle yapılan ticaret anlaşmalarının uygulandığı anlaşılmaktadır. Selçuklular döneminde Türkler, bir taraftan Bizans’la ve bazı batılı tüccar ülkelerle ticari ilişkiler içinde oldukları gibi, bir taraftan da diğer İslam ülkeleri ile aynı şekilde yakın ve devamlı ilişkiler içinde idiler. Selçuklular dönemi, aynı zamanda gümrüklerimiz açısından da karşılıklı iktibasların yapıldığı bir dönemdir.”

"Gümrükler, devletlerin teşkilat yapısı, vergi sistemleri, uluslararası ticari ve ekonomik ilişkilerle doğrudan ilgilidir ve bu ilişkilerin uygulama yeridir.”

"Mevcut bilgilerde, ilk çağlardan itibaren milletlerin birbirleri ile ticari ilişkiler içinde oldukları, bir yerde uluslararası ticaret varsa, o yerde gümrükler ve gümrük olan yerde de genellikle kaçakçılık olduğu anlaşılmaktadır.”

"Diğer bazı görüşlere göre ise, ilk çağlardan itibaren günümüze gelinceye kadar, belirli bir medeniyet seviyesine erişen hemen tüm toplumlarda gümrükler vardı.”

"Çin kaynaklarında, M.Ö. IV. yüzyılın sonlarından itibaren, Hiung-nu (Türkçesi Hun-kün, insan, halk) adı ile yer alan Hunlar’ın birleşmiş ve siyasi bir güç olarak görünmeleri, M.Ö. III. yüzyıla rastlamaktadır. Hunlar tarihleri boyunca işgal ettikleri geniş bölgelerde birçok milletlerle ticari ve ekonomik ilişkiler içinde idiler. Aileye varıncaya kadar güçlü bir teşkilatları belirli vergi sistemleri ve komşuları ile devamlı ticari ilişkileri olan Hunlar’ın gümrük kurumları da vardı. Uzakdoğuyu Batıya ve Yakındoğuya bağlayan ticaret yollarını uzun bir dönem kontrol altında tutan Hunlar, aynı zamanda bu yollar üzerindeki vergileri de topluyorlardı. İpek Yolu’nda toplanan vergilerin önemli bir bölümünü de kervan ticaretinde elde edilen gümrük vergileri teşkil ediyordu. Hunlar’ın İpek Yolu üzerinde Soğd’lu tüccarlardan, gümrük vergisi mahiyetinde olan koruma vergisi veya geçit vergisi almaları, ayrıca Hun-Çin sınırında bazı Çinliler’in Hunlar’la anlaşarak kaçakçılık ve gizli ticaret yapmaları, gümrük tarihimiz açısından önemli bilgilerdir. Bu bilgilere göre, Hunlar’ın en geç M.Ö. II. yüzyıldan itibaren gümrüklerinin mevcut olduğu anlaşılmaktadır.”

"Göktürk Çağı (552-744), Uzakdoğu ile Yakındoğu arasındaki ticari ilişkilerin daha da geliştiği ve Türkler’le Bizanslılar arasında tarihte ilk kez Hazar denizinin kuzeyinden ve Kafkaslardan geçen yol ile doğrudan ticari ilişkilerin kurulduğu bir dönemdir. Göktürkler Çin, İran, Bizans ve Hint gibi başlıca dört kültür ile ticari ilişkiler içinde idiler ve bu ülkeler arasında mal değişimini kolaylaştırarak mutavassıt bir rol oynuyorlardı.

Karayolu ile yapılan ipek taşımacılığı Türkler'in tekelinde idi. Hunlar'da olduğu gibi Göktürkler’de de güçlü bir teşkilat vardı. Hükümet ideal bir bürokratik yönetime sahip bulunuyordu ve muntazam bir hiyerarşi içinde idi. Uluslararası ticaret, vergi sistemi, teşkilat ve kültür açısından olduğu gibi, gümrüklerimiz açısından da, Göktürk çağı ayrı bir önem taşımaktadır. Hunlar’da olduğu gibi Göktürklerde de mevcut olan gümrük vergisi ve geçit vergisinden başka, gümrük terimi (tamga) ve gümrük memuru (tamgacı) ile ilgili bilgiler Göktürk çağında tespit edilmiştir. Gümrük kelimesi Türkçe’de Selçuklular döneminde ve Haçlı seferlerinden itibaren kullanılmaya başlanmıştır. Daha önce Türk dilinde böyle bir kelime yoktu ve " gümrükgümrük vergisi” anlamında "tamga” kullanılıyordu. Aynı terim Göktürkler’de de vardı. Göktürkler’de Ortaçağ gümrük sisteminin birçok özelliklerini taşıyan belirli bir gümrük sisteminin mevcut olduğu anlaşılmaktadır. "
"Uygurlar (744-1355), Orta Asya’da kurulan üçüncü büyük Türk devleti olup, yazılı belgeler bırakmıştır. Diğer ülkelerle gelişmiş bir ticaretleri olan Uygurlar’ın Göktürkler’den intikal eden diğer kurumlan gibi gümrük kurumlan da vardı, ancak kaynaklarda yeterli bilgi mevcut değildir. Tamga kelimesi Uygurlar’da da vardı, ancak bu kelime gümrük vergisi anlamında değil, sadece "damga-mühür” anlamında yer almıştır.”
Gümrük kavramını Milattan Öncesinden alıp, günümüzde yurdumuzdaki uygulamalara getirmeyi amaçlıyorum. Tarihçe bölümünü sizleri fazla sıkmadan dergimizin gelecek sayısında tamamlamayı planlıyorum.

 

Sayın Okuyucularım,

Geçen sayımızda başladığımız gümrük tarihçesini bu sayıda bitirmeyi planladığımı belirtmiştim, ama tarihler boyu hep var olan böylesine önemli ve gelişim içerisindeki konumuzun tarihçesi ancak gelecek sayımızda bitebilecek ve güncel konulara değinmeye başlayabileceğim.

Güncel konulara girdiğimizde siz sayın okuyucularımdan da katılımlar bekleyeceğim ki gümrük konusuna ayrılan bu sayfalarda renkli ve hareketli sonuçlara ulaşabilelim, bu sayfalarda derleme ve tarama değil, irdeleme yapabilelim.

Yazıma yine sayın Dr. Turan Atan'ın "Türk Gümrük Tarihi” adlı eserinin birinci cildinden alıntılarla devam ediyorum.

"Bir Türk kavmi olan ve Batı Türkleri dilini konuşan Hazarlar’ın V. yüzyılın ortalarından itibaren Hazar denizinin kuzeyinde, Bulgarlara komşu olarak yaşadıklarına dair bilgiler vardır. Doğu Avrupa’da ilk muntazam devlet kuran Hazarlar’ın müstakil bir devlet olarak meydana çıkmaları ise, Göktürklerin İdil boyunda hakimiyetlerinin sona ermesinden sonra başlamaktadır. Uluslararası ticaret yollarına açık olan ve transit ticaretde ileri giden Hazarların, gelişmiş bir gümrük sistemlerinin olduğu ve gümrük gelirlerinin devlet gelirleri arasında önemli bir yer işgal ettiği anlaşılmaktadır. Gümrük vergisi Hazarlar’da tüm yollarda, denizlerde ve nehirlerde, elimizde nasıl olduğuna dair yeterli bilgi olmayan özel bir sisteme göre tahsil ediliyordu. Ortaçağda diğer toplumlarda olduğu gibi, Hazarlar’da da esir ticaretinin mevcut olduğu ve gümrüklerde esirlerden de diğer mallar gibi gümrük vergisi alındığı anlaşılmaktadır. Ortaçağ gümrük sisteminin özelliklerinden biri olan sadece ithal eşyası üzerinden değil, ihraç veya transit edilen eşyadan da Hazarlar’da gümrük vergisi alınıyordu. Hazarlar’da belirli bir gümrük sisteminin mevcut olduğu ve devletçe buna önem verildiği anlaşılmaktadır.

"Kumanlar X. yüzyılda Asya’da yaşayan büyük bir Türk kavimidir. Hazar devletinin merkezinin Ruslar tarafından imha edilmesinden sonra Kuman şehri Saksın, bölgenin önemli bir ticaret merkezi olmuştu. Kumanlar, Yakındoğu ülkeleri ile olduğu kadar, Venedik ve Ceneviz gibi batılı tüccar ülkelerle de devamlı ticari ilişkiler içinde idiler. Hazarlar döneminde uygulanan gümrük sistemi bazı değişikliklerle Kumanlar döneminde de uygulanmıştır. Normal anlaşılmaktadır. Gümrük vergisini Kıpçak Han’ı adına Tatarlar’ın gümrük memurları tahsil ediyordu. Kaçakçılık halinde kaçak mallar müsadere ediliyordu.”

"Tuna Bulgar devleti, 68’de Bizans‘la yapılan anlaşma ile resmen tanınmasından sonra bölgede önemli bir rol oynamaya başladı. Ülkenin genişlemesi, kuzeye, Tuna bölgesine kadar giden uluslararası ticaret yollarının Bulgar topraklarından geçmesi, gümrüklerin ve gümrük gelirlerinin önemini arttırmıştır. Ayrıca, Bizans’la yapılan anlaşmalarda gümrüklere yer verilmişti. 716 tarihli anlaşmada, Bulgarlar’a bazı arazilerin verilmesi ve yıllık vergi ödenmesi gibi maddelere de yer verilmişti. Anlaşmada ayrıca gümrüklerle ilgili olarak, ticari ilişkilerde iki taraf eşyanın kurşun mühürle mühürlenmesi, üzerlerine damga vurulması, aksi halde malların müsadere edileceğine dair şartlar da yer almıştır. Gümrüklerde muayenesi yapılan veya vergisi ödenen eşyanın gümrük memurlarınca mühürlenmesi veya damgalanması ise, Ortaçağ gümrük sisteminin özelliklerinden biri idi.

"Mevcut bilgilere göre, İslam vergi sisteminin ortaya çıkışında, gümrüklerin önemli bir yeri olduğu anlaşılmaktadır. Gümrükler Arabistan ‘da İslamiyet’ten çok önceden beri biliniyordu. Gümrüklerin uluslararası ticaretle doğrudan ilgili olması, İslamiyet’in ise uluslararası ticareti teşvik etmesi, gümrüklerin İslamiyet döneminde önem kazanmasına yol açmıştır. Hatta fetihler dolayısıyla ülkenin genişlemesi, devletin gelir ve giderlerinin büyük ölçüde artması sonucu divan teşkilatının kurulmasında gümrük gelirlerinin önemli bir rolü olmuş, divan kelimesi bazı batı dillerine gümrük anlamında ve douane şeklinde geçmiştir.

"İlk çağlardan itibaren İslam öncesi dönemde çeşitli ülkelerden Arap Yarımadasına getirilen ve pazar yerlerinde satılan mallar üzerinden belirli bir gümrük vergisi alındığına ve gümrük uygulamalarının bulunduğuna dair bilgiler vardır. İslam öncesi dönemde Arabistan’da gümrük vergisi uygulamasına dair bilgiler de vardır. İlk çağlardan itibaren birçok ülkede yılın belirli günlerinde pazarlar, panayırlar kuruluyor ve bu yerlere çeşitli bölgelerden tüccarlar geliyor, alışveriş yapıyorlardı. Benzer fuar ve pazar gelenekleri İslamiyet’ten önce Arabistan’da da vardı. Gümrük vergisi bu yerlerde eşyanın satışı üzerinden alınıyordu.

İslam hukukunda olduğu gibi, İslam gümrük sisteminde de şahısların yerli, yabancı, Müslüman ve gayri Müslim olmalarına göre ayrı uygulamalar vardı. İslam gümrükleri ile ilgili ilk düzenlemelerin İslamiyet’in ilk yıllarında, daha geniş çapta düzenlemelerin ise, Hz. Ömer’in halifeliği döneminde yapıldığı anlaşılmaktadır. İslamiyet’in ilk yıllarında ve Hz. Peygamber döneminde, bu konuda başlıca iki düzenleme yapıldığı bilinmektedir. Bunlardan biri, yabancı tüccarların getirdikleri ticari mallar üzerinden alınmakta olan 1/10 gümrük vergisi uygulamasına devam edilmesi, İkincisi ise, iç gümrük vergilerinin kaldırılmasıdır. İslam vergi sisteminde gümrük vergisi karşılığı olarak meks, öşür, haraç ve zekât terimlerinin kullanıldığı anlaşılmaktadır. Gümrük vergisini toplamakla görevli olan memurlar mekkas ve aşirler idi. Gümrük vergilerinde gerektiğinde değişiklikler yapmak, din tarafından şahıslara ve devlete bırakılmıştır. Tatbikatta gümrük vergisi ile ilgili farklı uygulamalar vardır. Gümrük memurunun görevi gümrükten geçirilmek istenen bir malın tüm özelliklerini sağlıklı bir şekilde tespit etmek, aynı zamanda gecikmeye ve zarara sebebiyet vermemektir. Gümrük muayenesi ile ilgili güçlükler İslam gümrüklerinde de vardı. Gümrük muayenesi ile ilgili bir uygulama da, muayenesi yapılan veya vergisi alınan malların kaplarının gümrük memuru tarafından işaretlenmesi veya damgalanmasıdır. Gümrük vergisi ödenen bir eşya için vergi mükellefine, verginin alındığına dair bir gümrük makbuzu verilirdi. Muayene edilen ve vergisi alınan eşyanın deftere kaydedilmesi de bir usuldü. Kaçakçılık Arabistan’da İslam öncesi olduğu gibi, İslamiyet’ten sonra da vardı ve daha çok Araplar’ın Bizans’la olan ticari ilişkilerinde görülüyordu."

"Karahanlılar tarafından hakimiyetlerine 999 yılında son verilen Samanoğulları devleti, çok muntazam bir idare teşkilatına sahip bulunuyordu ve bu teşkilatın daha sonra Orta Asya’da ve İran’da kurulan çeşitli Türk devletlerinin idare teşkilatı üzerinde etkili olduğu bilinmektedir. Gümrüklerimiz açısından da, Samanoğulları dönemi ayrıca önem taşımaktadır. Samanoğulları’nda iç gümrük vergisi sisteminin olması ve teşkilat içinde Gümrük Müfettişliğinin bulunması gümrük teşkilatlarının da çok muntazam olduğunu göstermektedir. Gümrük vergisinin eşyanın kıymeti üzerinden değil, yük üzerinden alındığı anlaşılmaktadır. İç gümrük vergisi uygulamasında, ülkeye ithal edilen bir eşyanın ülke içinde başka bir yere sevk edilmesi halinde yol boyunca ve durak yerlerinde veya varış yerinde ayrıca gümrük vergisi alınıyordu. Ortaçağda bir çok ülke gümrüklerinde olduğu gibi, esirlerden ve cariyelerden de vergi alınmaktaydı."

Gümrük kapıları, devletlerin kendi ekonomilerini dışa karşı dengelemelerinde çok önemli bir araçtır.

"Karahanlı devletinin (840 -1212) önemli özelliklerinden biri, Batı ve Doğu Türkistan’da ilk Türk - İslam devletini kurmuş olmalarıdır. Saray ve divan teşkilatları vardı. Ticarete ve tüccarlara önem verilirdi. Samanoğulları devletine son vermelerinden sonra, bu devletin teşkilatını ve gümrük teşkilatı ile gümrük vergileri, iç gümrükler ve Gümrük Müfettişliğini de muhafaza ettikleri bilinmektedir."

"Gazneliler (963 -1186), Orta Asya’da kurulan ikinci müslüman Türk devletidir. Gazneliler’de gümrük vergisi alındığı gibi Gümrük Müfettişliğinin de olduğu düşünülmekedir. Bac ve bac-i büzürg, vergi ve gümrük vergisi anlamında kullanılıyordu. Gümrük vergilerinin, devlet gelirleri arasında önemli bir yer işgal ettiği bilinmekle birlikte, miktarı, tahsil şekli, oranı ve gümrük işlemleri hakkında bilgi mevcut değildir."
"Volga Bulgar Türk devleti, İdil (Volga) bölgesinde VIIXV. yüzyıllar arasında hüküm sürmüştür. Hükümdar, ülkeye yabancı gemilerin getirdiği mallar üzerinden istisnasız gümrük vergisi (öşür) alıyordu. Gümrük memuruna tamgacı deniyordu."

"Büyük Selçuklu İmparatorluğu ile diğer Selçuklu devletlerinin gümrükleri ile ilgili olarak, ancak terim ve iç gümrüklerle ilgili bazı genel bilgiler tespit edebildik. Bu sebeple, Selçuklular’ın gümrüklerini incelerken, Dandanakan savaşı (1040) ile Selçuklu devletinin kesin olarak kurulmasından, Anadolu Selçuklu devletinin tarihe karıştığı 1308 yılına kadar olan dönemi esas aldık. Selçuklular döneminde uluslararası ticaret çok gelişmişti.

Anadolu’da ve Suriye’de bazı şehirlerde yabancılara ait ticaret kolonileri bulunurdu. Koloni halkından vergi ve gümrük vergisi alınmazdı. Türk tüccarlarının da İstanbul’da ve Bizans’ın diğer şehirlerinde kolonileri vardı. Selçuklular’da, karada ve denizde çeşitli tecavüzlere uğrayan tüccarların zararları, hazineden tazmin edilirdi ki, bu bir nevi devlet sigortası uygulamasıdır. Bu uygulamada zarar görenin soyu, dini, devlet uyruğu ayrımı yapılmazdı. Bu uygulama, bugün de ekonomik politikada yer alan son derece modern bir ekonomi anlayışı idi. Bu dönemde, Türkistan’da olduğu gibi kervansaraylarda inşa edilmişti. Bir divana bağlı memurlar tarafından yönetilen kervansaraylar, vakıf niteliğinde olduğundan, yolculardan herhangi bir ücret alınmıyor ve bu konuda zengin, fakir ayırımı yapılmıyordu. Selçuklular dönemi, uluslararası ticaretin uygulama yeri olan gümrüklerimiz açısından da önemli özellikler taşımaktadır. İslam gümrük sistemine benzer bir sistem uygulanmaktaydı. Gümrük vergisi genellikle eşyanın kıymeti üzerinden alınır, bölgelere göre farklı vergi uygulamaları yapılır, ithal ve ihraç eşyaları vergiye tabi tutulur, kıymetli madenler gibi bazı şeylerin ithalinde vergi alınmaz, bazı şeylerin ihracına müsaade edilmez, gümrük vergisinden başka bazı ek vergiler alınırdı. Ancak Hz. Peygamber zamanında kaldırılan iç gümrük vergilerinin Selçuklular döneminde alınmasına devam ediliyordu. Vergi oranları da İslam Gümrük sisteminden farklı idi. Selçuklular’dan sonra da bu sistem Anadolu Beyliklerinde, İlhanlılar’da ve Osmanlı İmparatorluğunda da bazı değişikliklerle uygulanmıştır. Bölgelerin özelliklerine göre ve her bölge veya eyalet için düzenlenmiş ayrı vergi kanunları vardı. Selçuklular’ın gümrükleri hakkında önemli kaynaklardan biri, Anadolu Selçuklu devleti hükümdarı tarafından XIII. yüzyılda bazı Hıristiyan devletlere verilen ahidnamelerdir. Venedikliler’e ve Kıbrıslılar’a verilen ahidnamelerde (ticaret anlaşmaları) gümrüklerle ilgili maddeler de yer almıştı. Selçuklular döneminde gümrüklerde, gümrük vergisinden başka sair bazı vergiler de (ek vergiler) (koruma, geçit, liman vergileri gibi) alınıyordu. Bac-i- büzürgü (gümrük vergisini) toplayan memura bajdar (gümrük memuru) deniyordu Selçuklular döneminde gümrük kaçakçılığı ile ilgili yeterli bilgi yoktur. Bu dönemde, Ortaçağ gümrük sisteminin hemen tüm özelliklerinin mevcut olduğu anlaşılmaktadır."

"Harezm, Ceyhan (Amu-derya) nehrinin döküldüğü Aral gölünün güneyinde ve bu nehrin iki tarafında uzanan bölgenin ismidir. Harezmşahlar bu bölgede yaşardı. İthalat ve ihracatları gelişmişti. Türklerle ticaretleri ileri düzeyde idi. Gümrükleri ve Selçuklularınkine benzer gümrük kurumları da vardı.

Önümüzdeki sayıda tarihçeyi bitirmek üzere, şimdilik saygılar sunuyorum.

 

Sayın Okurlarım,

Buraya kadar yazdıklarımızdan da anlaşılacağı gibi tarihler boyu ülkeler arasında ticaret ve uluslararası ticaretin olduğu yerde de gümrükler ve kendisine özgü kuralları, işleyişi vardı.

Yazımı yine Sayın Dr. Turhan Atan’ın "Türk Gümrük Tarihi” adlı eserinin I. cildinden alıntılarla sürdürerek gümrük tarihçesini "Osmanlı Devleti” ne değin getirip, Osmanlı Devleti’nden günümüze kadar olan tarihçeyi ise güncel konulara değinirken sergilemeye çalışacağım.

"Anadolu Beylikleri döneminde de Anadolu ‘da diğer ülkelerle olan ticari ilişkiler ve buna bağlı gümrük uygulamaları önemini koruyordu. Müslüman, Frenk ve sair tüccarlar da Anadolu’da güven içinde ticaret yapıyorlardı. Büyük ticaret yolları üzerindeki şehirlerde büyük refah vardı. 13. yüzyılda Batı Anadolu etnik bakımdan Türkler’le dolmuş, siyasi bakımdan da Türk olmuştu. Anadolu Beylikleri dönemine ait gümrüklerle ilgili önemli kaynaklardan biri, beyliklerle batılı tüccar ülkeler arasında yapılan anlaşmalar ve ticari ilişkilerdir. Menteşe Beyliği ile Girit Dükalığı arasında ticari ilişkiler de 133’anlaşması ile düzenlenmiş ve Beyliğe Osmanlılar tarafından son verilinceye kadar yürürlükte kalmıştır.

Aydınoğulları’nın diğer ülkelerle olan ticari ilişkileri ve buna bağlı gümrük uygulamaları başlıca üç safhadan geçmiştir. Bunlar, Pegolotte Dönemi, 1337 ve 1353 tarihli anlaşmalardır. Bir de ayrıca 1348’de bir anlaşma yapılmıştır.

Osmanlılar’a karşı olan Karamanoğulları ile Venedikliler arasında siyasi olmaktan çok istisnai nitelikli bir anlaşma 1453’de yapılmıştır.

Germiyan Beyliğinin, batılı tüccar ülkelerle olan ticari ilişkileri daha çok Ege sahilinde Ayasuluğ yolu ile kısmen de Antalya Limanından yapılıyordu.

Teke Beyliği zamanında ticari ilişkiler güneyde Kıbrıs ve Mısır’la olduğu kadar başta Cenevizliler olmak üzere Batılı ülkelerle de yapılıyordu.

Karamanlılar’ın himayesindeki Alaiye Beyliği de Kıbrıs Kralı II. Jean ile 1450 ‘de dostluk ve ticaret anlaşması yapılmıştır.

Beylikler döneminde de batılı tüccar ülkelerle yapılan ticaret anlaşmaları, genellikle mütekabiliyet esasına göre düzenlenmiştir. Bu anlaşmalardan çıkarılan sonuçlara göre gümrük vergisi ithalattan, ihracattan ve transitten alınmaktaydı. Gümrük vergisinin tahakkukunda genel olarak kıymet sistemi esas alınıyor, bazı ihraç malı ürünleri için de spesifik sistem uygulanıyordu. Gümrük vergisi eşyanın ithali sırasında değil satışı üzerinden alınıyordu. İthal malı genellikle gümrük depolarına veya gümrük denetimi altında bulunan hanlara, fonduklara veya pazar yerlerine getiriliyor ve gümrük vergisi bu yerlerde eşyanın satışı üzerinden alınıyordu. Ortaçağ gümrük sisteminde olduğu gibi, Anadolu Beyliklerinde de satılmayıp tekrar ihraç edilen bir mal üzerinden gümrük vergisi alınması, bugünkü geçici kabul rejimine benzemektedir.

Anadolu Beylikleri döneminde de iç gümrük vergisi uygulaması vardı. Özellikle batılı ülkelerle yapılan anlaşmalar ve yabancı tüccarlara tanınan imtiyazlar dolayısıyla bazı şeylerin ithal veya ihracında gümrük vergisi alınmıyor, muafiyet uygulanıyordu. Buna karşın gümrüklerle ilgili bazı kısıtlamalar da vardı. Buna örnek olarak altın ve gümüş gibi nakit paranın ülke dışına çıkarılmasına dair kısıtlamayı gösterebiliriz.

"Anadolu Beylikleri döneminde gümrük vergisinden başka, Geçit Vergisi, Esir Vergisi, Simsariye, Gümrük Muayenesi için vergi, Eşyanın ölçümü - tartısı - taşınması veya depolanması için alınan vergi gibi ek vergiler de alınıyordu."

"İslamiyet’ten sonra Türk Gümrükleri ile ilgili önemli uygulamalardan biri de, Mısır’da Türk Memlûkleri (1250-1382) döneminde yapılan uygulamalardır. Bu dönemde özellikle 14. yüzyılda yapılan uygulamalar daha sonraki dönemlere, 15. yüzyıla intikal etmiştir. Bu dönemde Mısır’ın Venedik, Ceneviz, Piza gibi batılı tüccar ülkelerden başka, Kıbrıs ve Anadolu gibi komşu ve yakın ülkelerle de ticari ilişkileri vardı. Bu dönemde Ortaçağ gümrük sisteminin hemen tüm özellikleri gözlenir. Ülkede yeknesak bir uygulama değil, Selçuklular'da ve diğer toplumlarda olduğu gibi, bölgelere ve limanlara göre ayrı gümrük vergisi uygulamaları vardı. Gümrük vergileri ayrıca, diğer ülkelerle yapılan anlaşmalara göre değiştiği gibi, ithal edilen eşyanın cinsine göre de değişiyordu. Memlûklar döneminde gümrük idareleri, ithal veya ihraç edilen eşyadan gümrük vergisi tahsilinden başka, bazı ticaret mallarının değişimine de aracılık ediyorlar, bazı malları alıp satıyorlardı. Kârı devlet gelirleri arasında yer alıyordu.

Mısır'da Memlûklar döneminde gümrük vergisi karşılığı olara maks (meks) kelimesi kullanılıyordu. Bu kelimenin Nil boyundaki eski al maks iskelesi (gümrük iskelesi) ile ilgili olduğu anlaşılmaktadır. Gümrük vergisi eşyanın kıymeti üzerinden alınıyordu.

Eşyanın vergiye esas olan kıymetinin tespiti için, önceden gümrük memurları tarafından tartı veya ölçüler yapılıyor, günlük kura göre eşyanın kıymeti tespit ediliyor, gümrük vergisi de bu kıymet üzerinden tahsil ediliyordu. Bu işlemler tamamlanıncaya kadar eşyanın mağazadan çıkarılmasına müsaade edilmiyor, işlemleri tamamlayıp vergisi ödenen mallar serbestçe taşınıyordu.

Gümrük vergileri, Memlûklar için önemli bir zenginlik kaynağı idi ve bu gelirlerle 14. yüzyılda Mısır’da birer sanat eseri olan birçok büyük cami inşa edilmişti.

Ticaret yollarında kervansaraylar inşa edilmişti ve iç gümrük vergileri kervanların bu yerlerde konaklamaları sırasında tahsil ediliyordu. Tüccarın malları ve beraberinde bulunan her şey çok sıkı bir şekilde muayene ediliyordu. Aynı yerde daireler, memurlar ve kâtipler bulunuyordu."

"Osmanlı İmparatorluğu öncesi dönemlere ait gümrüklerimizin incelenmesinden, gümrüklerimizin ilk çağlardan itibaren mevcut olduğu, ilk gümrüklerimizin de tarihte ilk Türk devleti sayılan Büyük Hun Devleti çağında kurulup düzenlendiği anlaşılmaktadır.

Gümrükler, devlet teşkilatında ve uluslararası ticari ilişkilerde önemli bir yer işgal ederler ve devletçe buna önem verilir.

Ortaçağ boyunca uygulanan gümrük sistemleri ile İslam ve Bizans gümrükleri arasında büyük bir benzerlik olduğu görülmektedir. Bu benzerlikte karşılıklı iktibaslar kadar, gümrüklerin uluslararası ilişkilerin uygulandığı yerler olmasının da önemli rolü vardır.

Tarih, böylesi bir bütün yaşamın en önemli unsurunun dış ticaret, dış ticaretinde en önemli unsurunun gümrük olduğunu tartışılmaz bir biçimde ortaya koymaktadır.

Ülkeler ihtiyaçları olan her çeşit yabancı malları, bu ilişkiler sonucu gümrükler vasıtası ile sağlamaktadırlar. Ayrıca ithal ve ihraç edilen mallardan alınan gümrük vergileri, hemen tüm toplumlarda hazine için belirli bir gelir kaynağı teşkil etmektedir. Vergi oranlarının bölgelere göre yada zamanla veya anlaşmalara göre değişmesi bazı şeylerden hiç vergi alınmaması, bazı şeylerin ithal veya ihracının kısıtlanması, yine tüm gümrüklerde mevcut olan benzer uygulamalardır. Toplumlar, gümrüklerde belirli şartlar altında belirli uygulamalar yapmaktadırlar.

Buraya kadar verdiğim gümrük tarihçesinde amacım, gümrük olgusunun vazgeçilmezliğini ve önemini açıkça sergileyebilmektir. Konuya bu amacı vurgulayabilecek denli ama amaç dışı pek çok detayı atlayarak yüzeysel değindim.

"Türkiye Cumhuriyetinin 50. Yılı Münasebetiyle” adlı, T.C. Gümrük ve Tekel Bakanlığı yayınındaki şu ifadeler de gümrüklerin vazgeçilmezliğini kanıtlıyor:

"Gümrük ve Gümrük Muhafaza kuruluşlarında hizmet gören amir ve memurların sayısı, bütünüyle ve 1973 yılının ilk yarısı itibariyi 4425 adettir. Genel Bütçemizin yüzde birbuçuğunu aşmayan bir masrafla aynı bütçenin yüzde otuzunu aşan gelirini de bu teşkilat, yani Gümrük İdareleri tahsil etmektedir.

Dilerim ki bu vazgeçilmezlik iyi algılanabilsin ve 1984 senesinden itibaren kendi iç bünyesindeki tıkanıklıkları nedeniyle, mükellefin işi gözüyle bakılan işlemlerin, çok büyük aksaklıklara, yavaşlamalara ve kısmen de çözümsüzlüğe mahkûm edildiği T.C. Maliye ve Gümrük Bakanlığı Gümrükler Genel Müdürlüğü bünyesinde, artık 1992 senesi Temmuz ayında Gümrükler Genel Müdürlüğü görevine atanan Sayın Ramazan Uludağ Beyin yönetiminde, her geciken işin milli servete kayıp olduğunun bilinciyle, cesaretini bilgisi ve bilgisine olan inancından alan ehil ellere teslimi yoluyla adil kararlar doğrultusunda çözümlere ve aktif işlemlerin yürütüldüğü gümrük idarelerine paralel hıza kavuşması gerçekleştirilebilsin. Kendilerine de başarılar dilerim.

Gümrük tarihçesinden de anlaşılacağı üzere geçmiş yüzyıllarda alınan vergi nedeniyle gümrükler maliye ile bir bütün gibi işlem görmüşlerdir. Her olgunun kendi kişiliğine kavuşuncaya kadar geçirdiği evreler ve aşamalar vardır. Devlet idare sistemlerinin bile gerçek anlamda gelişmediği çağlarda, bu uygulama pek yadırganmayabilir ama günümüzde böylesine önem arz eden ve mevzuatı gereği insanların uzun yıllar aynı işte çalışmasını gerektiren uzmanlık konularından oluşan gümrüğün ayrı bir Bakanlık olması sanırım hiç de yanlış olmaz. Yine böylesine önemli ve özellikli işleri yürütecek kişilerin belirli ve aynı eğitimi, öğretimi alması elzemdir sanırım. Bugün, karşılıklı çıkarların çatışma ve odak noktası konumundaki gümrüklerde farklı eğitim, öğretim ve kültürlerden gelen pek çok insanın yürütmesinde olan gümrük işlemlerinin aksayan pek çok yerinin onarımı ve hatta mükemmel işleyişe ulaşabilmesinin yolu, hiç değilse yeni yürütmecilerin aynı dili konuşan, kültürleri farklı da olsa hiç değilse aynı eğitimi, öğretimi almış insanlardan oluşması ile mümkün olabilecektir. M.Ö. 6. yüzyılda yaşayan büyük Çin düşünürü Konfüçyüs’ün dediği gibi, insanların birbirleri ile anlaşabilmeleri için aynı dili konuşmaları gerekmektedir. Aynı dili konuşan insanlardan kastım ise doktorlar, hukukçular ve bunun gibi meslek erbaplarının kendi aralarında konuşarak anlaştıkları türden, gümrükçülük mesleği erbaplarının da gerek deyimleri, gerek konulara bakış açıları ve yaklaşımları, gerekse karşılaşılan problemlerde yürütülecek mantık, geliştirilecek karineler yönünden birbirlerini anlayabilecekleri hisleri, düşünceleri geliştirecek, olaylar karşısındaki tutum ve tavırlarını belirleyecek temel eğitim ve öğretimden geçerek oluşturacakları anlayış biçimidir.

Bir bilgin, bir devlet adamı, bir reformcu olduğu kadar büyük bir öğretmen de olan filozof Konfüçyüs’ü, kendi çağında iyi bir yönetimin var olmaması ve halkın ızdırap çekmesi fazlasıyla rahatsız etmiş ve ona ideal bir hükümetin hasretini çektirmiştir. Yüzyıllar boyunca, birbirlerinin devamı niteliğindeki uygarlıklar geliştikçe aynı ızdırabı duyan, aynı hasreti çeken insanlar çoğaldıkça, düşünceler ve sıkıntılar paylaşıldıkça alternatif çözümler geliştirilmiş, denemeler yoluyla sürekli gelişen dünya günümüzdeki idarelere ulaşmış, ancak yine de arzulanan hedeflere varılamamıştır.

Bu nedenle de kaynamalar, yeni denemeler sürmekte ve bu süreç, bir bütün olan yer küredeki insanlar benzer eğitim, öğretim, kültür ve refah düzeylerine gelene değin süreceğe benzemektedir. Çünkü dünya bir bütündür, gelişen toplumlar dünyada lider veya patron konumuna gelseler dahi diğer toplumların sıkıntılarından etkilenmektedirler.

Yine tarih, ticari ilişkilerin iyi düzeyde olduğu toplumlarda kültürel alışverişin yanı sıra refah düzeylerinin de belirgin biçimde yükselmiş olduğunu bize açıkça anlatmaktadır.

Tarih böylesi bütün bir yaşamın en önemli unsurunun dış ticaret, dış ticaretin de en önemli unsurunun gümrük olduğunu tartışamaz bir biçimde ortaya koymaktadır. Yine tarih, ticari ilişkilerin iyi düzeyde olduğu toplumlarda kültürel alışverişin yanı sıra refah düzeylerinin de belirgin biçimde yükselmiş olduğunu bize açıkça anlatmaktadır. Böylesine önemli bir unsur olan gümrük konusunda yukarıda açıkladığım anlamda dil birliğini sağlamaya yönelik atılacak her adım, öncelikle kendi ulusumuz içerisinde, sonrasında da dünya çapında insanların, toplumların bir bütün yaşam tarzında birleşmelerine yönelik bir adım olacaktır.

Gümrük olgusu, piyasa tabiriyle, bankonun içerisindeki devlet görevlileri ile bankonun dışındaki özel sektör temsilcilerinin oluşturduğu bir bütündür. Her iki sektörün temsilcilerinin de orta öğretimden sonra iki sene ön lisans sayılabilecek temel eğitim ve öğretimden geçtikten sonra, sektörde görev almak istedikleri bölümlere göre lisans eğitim ve öğretimine devam etmeleri, ön lisanslıların devlet sektöründe memuriyet, özel sektörde gümrük komisyoncusu yardımcısı, bankalarda kambiyo memurlukları, gibi görevlere getirilmeleri, lisanslıların ise stajlarından sonra özel sektörde gümrük komisyonculuğu, devlet sektöründe muayene memurluğu gibi görevlere getirilmeleri, devlet sektöründe idarecilerin ve üst düzey yöneticilerin, teftiş elemanlarının muayene memurluğu görevini yapanlardan seçilmeleri, piyasa dış ticaret işlerinde bu eğitim ve öğretimlerden geçmiş ön lisanslı veya lisanlı insanların görev almaları, yukarıda sözünü ettiğim adımların temelini oluşturacaktır.

Bunlar yalnızca öneri gibi görülmekle birlikle yakın gelecekte yasal düzenlemelerin yapılarak ve toplumun bürokratik işleyişine uyum sağlatılarak yürürlüğe geçirilmelerinin kaçınılmaz olduğunu zaman gösterecektir. Ancak bu olguyu toplumun bütününden soyutlamak olanaksızdır. Çünkü bu, toplumun alaylılıktan okulluluğa geçiş sürecinin bir parçasıdır. Yine de bu geçişin toplumumuzda en hızlı ve verimli yapılacağı daldır gümrük. Bu geçişin dünya üzerindeki olumlu tepkilerini görebilmek ise inanınız ki hiç zaman almayacaktır, çünkü demiştik ki,

Gümrük, Devletlerin Ekonomik Sınırıdır,
ve demiştik ki,
Gümrüğe İlişkin Olumlu Olanaklar, Uluslararası Ticareti Arttırır,
ve demiştik ki,
Gümrük Rejimleri Diğerlerine Göre Takdir Yetkisine Azami İzin Veren, Hukuksal ve Ekonomik Rejimlerdir, Ancak Kamu Görevlilerinin Takdir Hakkı Boyutlarının Azaldığı Oranda Hukuk Nosyonu Yükselir, Nesnel Ölçüler, Hukuka Uygunluk Artar, Ülkenin Hukuk Devleti Olma Sıfatı Yükselir,
ve diyoruz ki,
Ekonomik Sınır Kapısı Olan Gümrüklerde Yükselecek Düzey, Aynı Zamanda Gümrüklerin Yabancı İnsanlarla İlişkilerimizin Başlangıç ve Son Kapısı Olma Özelliği Nedeniyle Derhal Kendisini Gösterecek, Hissettirecek ve Dünya Bütünündeki Kariyerimizi Yükseltecek Denli Etkinlik Yaratacaktır.

! Gümrük

Sayın Okurlarım,

Dergimizin (Mayıs / Haziran 1992) sayısına gümrük konusunda yazmaya başladığımda, piyasada gerçekten bu konu üzerinde yayın yoktu.

Elinizdeki derginin baskıda olduğu günlerde, kurucusunun, sahibinin, genel yayın ve yazı işleri yönetmeninin eski gazetecilerden Faik Akçay’ın olduğu "iğne” adlı aylık dergi piyasaya çıkmış durumda. Derginin aylık ücreti, piyasadaki çok iddialı ve kaliteli pek çok aylık derginin beşaltı katına varacak denli pahalı olup, senelik abone olan gümrük komisyoncularının ve konuya yakınlığı olan nakliyecilerin resim ve yazılarını yayımlıyor.

Haziran ayında da, Gümrük Müfettişleri Derneği Yayın Organı olarak, üç ayda bir yayımlanacak "Gümrük Dergisi” yayın hayatına atıldı.

Yine Haziran ayında Gümrük Komisyoncuları Derneği Yayın Organı "Biz Gümrükçüler" yayın hayatına başlayıp, ikinci sayısını Ağustos ayında yayınladı. Bu dergi ücretsiz. Bu nedenle olsa gerek, her isteyen abone olamıyor, dar bir çevreye kısılıp kalıyor. Yine de sanırım ikinci sayıları Sn. Uğur Dündar’ın eline geçmiş olsa gerek ki, Ekim ayı ortalarında yayınladığı "Arena" adlı show ve sansasyonel haber ağırlıklı programında Sayın Dündar Gümrük Ambarlarındaki tasfiyelik eşyalara yer verdi ve işin show tarafını sansasyonla destekleyebilmek için de gümrüklerde rüşvet konusuna yüzeysel değinip, gümrükçü olmayan ve gümrüğü bilmemekle birlikte bu teşkilatta haspel kader yetkili konumlarda görev yapmış insanlarla üstünkörü röportaj yaptı.

Dilerim ki iyisiyle kötüsüyle bütün bu yayınlar Gümrük konusunda kaynak ve kamuoyu oluşturabilsin, uluslararası ilişkilerin odağına giden her yolun kapısı olan, bir rejim, bir politika olan gümrük konusuna kitlelerin ilgisini yoğunlaştırabilsin.

Gümrük politikasını çizebilecekler, ülkenin ekonomik sınırı olan Gümrüklerin dayanıklılığını düzenleyebilecekler, münferit kişiler ve dernekler değil, devletin yürütme organı olan hükümetlerdir. Hükümetler gelip geçicidirler. Baki olan devlettir.

Devletimizin her daim var olacağı, güçlü olacağı inancıyla, devletimizin yürütme organını her daim güçlü hükümetlerin temsil etmesi dileklerimle saygılar sunarım.